Şiir Türleri

Lirik Şiir

İçten gelen heyecanları coşkulu bir dille anlatan duygusal şiir türüdür. Divan edebiyatında özellikle gazeller, murabbalar, şarkılar; halk edebiyatında koşmalar, semâiler bu türe örnektir. Yeni Türk edebiyatında ise türlü nazım şekillerinde yazılmıştır.

Örnek

Pastoral Şiir

Doğa güzelliklerini, orman, yayla, dağ, köy ve çoban hayatını ve bunlara karşı duyulan özlemleri anlatan şiir türüdür. "Pastoral" kelimesi "çobanlara ait" demektir. Batı edebiyatlarında doğrudan doğruya doğa manzaralarını canlı biçimde anlatan şiirlere idil, konuşma biçiminde yazılan pastoral şiirlere de eglog denir.

Örnek

Didaktik Şiir

Belli bir düşünceyi aşılamak ya da belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, ahlâkî bir ders çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan, duygu yönü zayıf şiir türüdür. Manzum hikâyeler ve fabllar bu türe girer.

Epik Şiir

Konusu savaş, kahramanlık, yiğitlik ve yurt sevgisi olan ya da tarihî bir olayı coşkulu bir anlatımla işleyen uzunca şiirlere denir. Aynı anlamda destanî şiir, hamasî şiir ve kahramanlık şiir terimleri de kullanılır.

Örnek

Dramatik Şiir

Hayatın trajik, komik, korkunç bir yanını göz önünde canlandırmak ya da tiyatroda oynanmak için yazılan şiir türüdür.

Satirik Şiir

Alay etmek, dalga geçmek veya güldürmek maksadıyla yazılan şiir türüdür.

 

Halk edebiyatı nazım türleri:

  • Güzelleme: Aşk, güzellik, tabiat, hasret gibi konuları işler.
  • Koçaklama: Yiğitlik, kahramanlık gibi konuları işler.
  • Taşlama: Bir olayı veya bir kişiyi eleştirir. (Divan edebiyatında hiciv, Batı edebiyatında ise satir karşılığıdır.)
  • Ağıt: Acıklı bir olay veya ölüm sebebiyle duyulan üzüntüyü dile getirmek için söylenmiş manzumelerdir. İslamiyet’ten önce sagu adı verilen bu nazım şekli, divan edebiyatı nazım türlerinden mersiyenin karşılığıdır.

Divan Edebiyatı Nazım Türleri

Divan bir şairin bütün nazım şekillerinde yazdığı eserlerini topladığı kitabın adıdır.

Divan edebiyatı eserleri konularına göre de çeşitli adlar alırlar:

  • Tevhid: Allah'ın birliğini ve yüceliğini anlatan manzumelerdir. Genellikle kaside şekliyle yazılır.
  • Münacaat: Allah’a yakarış ifade eden şiirlerdir.
  • Na't: Hz. Muhammed'i övmek için yazılmış manzumelerdir. Daha çok kaside şeklinde yazılır.
  • Medhiye: Din ve devlet büyüklerini övmek için yazılan manzumelerdir. Genellikle kaside şeklinde yazılır.
  • Hicviye: Bir kimsenin kusurlarını ortaya koymak için yazılan manzumelerdir. Kaside ve kıta şeklinde yazılmışlardır. Nef'î en önde gelen hiciv şairlerindendir.
  • Mersiye: Ölmüş bir kimsenin ardından yazılan manzumelerdir. Halk edebiyatında ağıt, İslâm öncesi Türk şiirinde sagu denirdi.
  • Hezil: Mizahî manzumelerdir.
  • Fahriye: Şairin kendisini övmek için yazdığı manzumelerdir. Kaside içinde de yer almış olabilirler.
  • Lugaz, manzum bilmece, muamma ise içinde bir şahıs ismi gizleyen manzume demektir.

Geceleyin bir ses böler uykumu.
İçim ürpermeyle dolar: - Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Âşıkıyım beni çağıran bu sesin.

Gün olur sürüyüp beni derbeder,
Bu ses rüzgârlara karışır gider.
Gün olur peşimden yürür beraber,
Ansızın haykırır bana: Nerdesin?

Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız ona verdim ben,
Elverir ki bir gün bana derinden
Ta derinden bir gün bana "Gel" desin

Ahmet Kutsi Tecer


Yeni mektup aldım gül yüzlü yârdan
Gözletme yolları gel deyi yazmış
Sivr'alan Köyü'nden bizim diyârdan
Dağlar mor menevşe gül deyi yazmış

Beserek'te lâle sümbül yürüdü
Güldede'yi çayır çimen bürüdü
Karataş'ta kar kalmadı eridi
Akar gözüm yaşı sel deyi yazmış

Eylenme gurbette yayla zamanı
Mevlâ'yı seversen ağlatma beni
Benek benek mektuptadır nişanı
Gözyaşım mektupta pul deyi yazmış

Kokuyor burnuma Sivr'alan Köyü
Serindir dağları soğuktur suyu
Yâr mendil göndermiş yâdigâr deyi
Gözünün yaşını sil deyi yazmış

Veysel bu gurbetlik kâr etti cana
Karıştır göçünü ulu kervana
Gün geçirip fırsat verme zamana
Sakın uzamasın yol deyi yazmış

Âşık Veysel

 


Hâsılım yok ser-i kûyunda belâdan gayrı
Garazım yok, reh-i aşkında fenâdan gayrı.

Ney-i bezm-i gamem ey ah ne bulsan yele ver
Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayrı

Perde çek çehreme hicran günü ey kanlı sirişk,
Ki gözüm görmeye ol mehlikadan gayrı

Yetti bîkesliğim ol gâyete kim çevremde
Kimse yok çizgüne girdâb-ı belâdan gayrı

Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı

Bozma ey mevc gözüm yaşı habâbın ki bu seyl
Komadı hiç imaret bu binâdan gayrı

Bezm-i aşk içre Fuzûlî nice âh eylemeyem
Ne temettu' bulunur bende sadâdan gayrı

Fuzûlî


Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum.
Bu dağların eskiden âşinasıdır soyum.
Bekçileri gibiyiz ebenced buraların,
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün aynı pınardan doldurup testimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla.
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni,
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini,
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı.
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda,
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam;
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,
"Suna"mın başka köye gelin gittiği akşam,
Gün biter, sürü yatar ve sararsan bir ayla,
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.
Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al,
Diye hıçkırır kaval:
Bir çoban parçasısın, olmasan bile koyun,
Daima eğeceksin başkalarına boyun;
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an,
Mademki kara bahtın adını koydu çoban!
Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla,
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına,
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına.

Kemalettin Kamu

 


Kalktı göç eyledi Avşar elleri,
Ağır ağır giden eller bizimdir.
Arap atlar yakın eder ırağı,
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.

Belimizde kılıcımız Kirmani,
Taşı deler mızrağımın temreni.
Hakkımızda devlet etmiş fermanı,
Ferman padişahın,dağlar bizimdir.

Dadaloğlu'm bir gün kavga kurulur,
Öter tüfek davlumbazlar vurulur.
Nice koçyiğitler yere serilir,
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.

Dadaloğlu


Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek

Yürü, hâlâ ne diye oyunda oynaştasın?
Fatih’in İstanbul'u fethettiği yaştasın.!

Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden....
Senin de destanını okuyalım ezberden...
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...

Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın...
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini...
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini?
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini

Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Fatih’in İstanbulu fethettiği yaştasın!

Bu kitaplar Fatih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır.
Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinan'dır.
Haydi artık uyuyan destanını uyandır!

Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın!

Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan!
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan ....

Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın...

Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

Arif Nihat Asya

 


İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım, akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar; su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük kâinat;
Şu çıkan buluta bak; bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor, ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor, yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük?
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!...
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

Necip Fazıl Kısakürek


Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin, istiklal!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar?
"Medeniyyet" dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri "toprak" diyerek geçme, tanı.
Düşün, altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı.
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğrunda olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek, vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin, mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar ki -şehadetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim, inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlahî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal!

Mehmet Akif Ersoy

 Пошел домой, совершил обход, много "Скачать бесплатно мр3 руки вверх"думал, потом лег спать.

Услышал, как он установил на место стрелу.

Шипли-холл, вотчина Джорджа, шестого виконта Аффенхемского, взятая в аренду миссис "Драйвер asus nx1001"Корк, стоит на широкой возвышенности среди лесистых холмов белый георгианский особняк, окруженный клумбами и газоном.

Он попытался подняться в ужасе "Кряк для активации windo xp"от того, что его собираются оставить наедине с этим контуженым островитянином.

По направлению к северо-восточному концу парка.

Посмотрев на "Книга о лучшей в мире Ребекке" плакат с Роджерс "Управление организацией Лукичева" и Астером, она взяла Мейтланда за руку, отчасти "Король дама валет." чтобы его успокоить, отчасти для компании.

Он выдвинул его побольше, и "Насекомые. Полная энциклопедия" я, встав на задние лапы, смог заглянуть "Линия грез" в него.

Так что даже теперь, во время простого, как кусок "Смертельный номер" мыла, задания охранять лежащего в коме "Убить по закону гор" пациента, Трингл был начеку.

Ты тут все толкуешь о Воротах и моем отце, "Лечебные настойки и бальзамы" об Одержимых "Спиннинговые приманки Вращающиеся и колеблющиеся блесны" и черной магии, но я до сих не "Ярость рвет цепи" знаю, чего ты добиваешься от меня.

И он удерживает свою руку с посохом.